Ciğerlerimiz yanarken
Türkiye, orman kaynakları bakımından fakir sayılabilecek bir ülke. Bu nedenle ekosistemimizin geleceğinin güvence altına alınması ağaçlık alanlarımızı korumamıza ve çoğaltmamıza bağlı.
Ülkemiz çölleşme riski taşıyan bir coğrafyada yer alıyor. Komşularımız İran, Suriye, Irak gibi ülkeler çölleşmenin pençesinde bulunuyor. Şimdi ve yarın gereken tedbirler yerine getirilmezse ülkemizin de benzer bir neticeyle yüzleşeceği aşikâr. Bu risk, orman yangınları gibi felaketlerle birleştiğinde, geri dönülemez ekolojik hasarlara yol açma potansiyelindedir.
Son zamanlarda Türkiye’deki orman yangınlarında ciddi bir artış gözlemleniyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre; bu yaz geçen yıla kıyasla yangın sayısında %78’lik bir artış yaşandı ve yanan alan miktarı iki katına çıktı. Ne yazık ki orman yangınlarının %90’ının insan kaynaklı olduğu da tespit edilmiş durumda. Burada dikkatsizlik, bilinçsizlik, ekosisteme duyulan saygısızlık ve bilinçli bir şekilde orman yakma faaliyetleri ön plana çıkıyor.
Orman yangınlarının mühim bir kısmı, ihmalkârlık ve bilinçsizlik sonucu meydana geliyor. Piknik alanlarında söndürülmeyen ateşler, sigara izmaritleri, kontrolsüz tarımsal uygulamalar, bu yangınların başlıca nedenleri arasında. Toplumun ekosistem bilincinden uzaklaşması, doğayı yalnızca tüketilecek bir kaynak olarak görmesi ve çevreye duyarsız kalması, ormanlarımızı her geçen gün daha büyük bir tehlikeye sürüklüyor.
Bununla birlikte orman yangınlarının bir kısmı terör eylemleriyle doğrudan bağlantılı. PKK terör örgütü, 1990’lardan itibaren Türkiye’de orman yakmayı bir saldırı aracı olarak kullanmaya başladı. Örgütün Yunanistan’daki kamplarında eğitim gören teröristler, özellikle turistik bölgelerde ormanları hedef aldı.
1995 yılında PKK tarafından çıkarılan yangınlarda 950 hektar orman yok oldu. 2000’li yıllarda ise Bodrum, Kaş, Kuşadası gibi turistik yerlerde meydana gelen yangınlar, yine PKK tarafından üstlenildi.
2019’da terör örgütü, orman sabotajlarını daha sistematik hale getirmek için ‘Ateşin Çocukları İnisiyatifi’ni kurdu. PKK’lı örgüt elebaşları, bu eylemlerin herhangi bir örgütlenme veya karmaşık strateji gerektirmediğini, yalnızca bir kibrit veya çakmakla büyük bir yıkım yaratılabileceğini vurgulayarak, teröristlere "ateşi silah olarak kullanma" talimatını verdi. PKK’ya bağlı bu terörist yapı, Türkiye’nin ormanlarına yönelik kasıtlı saldırılarla büyük çaplı ekolojik tahribata yol açtı.
Ormanlar yalnızca ekosistemimizin değil, yaşamımızın da temel dayanaklarından birisi. Bu yeşil alanlar adeta nefes aldığımız ciğerlerimizdir. Her bir ağaç, çölleşmeye karşı kurulan bir settir. Ne var ki hem ihmalkâr tutumlar hem de kasıtlı eylemler bu hayati alanları her geçen gün biraz daha tüketiyor.
Tarihte, doğanın sağladığı nimetlere verilen önemin ne kadar güçlü olduğunu gösteren birçok örnek var. M.Ö. 1200-700 yılları arasında Anadolu’da yaşayan Frigler, tarımın sürdürülebilirliği için sert kurallar koydular. Bir öküzü öldüren veya sabanı kıran kişi ölüm cezasına çarptırılıyordu. Bu, toprağın ve üretimin ne kadar değerli görüldüğünün bir göstergesiydi. Benzer şekilde, Hindu kültüründe inek, toprağın ve verimliliğin sembolü olarak kutsal kabul edilir. Vedalar’da, inek "bütün iyiliklerin kaynağı" olarak tanımlanır ve ona zarar vermek en büyük suçlardan biri sayılır.
Türkiye gibi orman fakiri bir ülkede de ormanlara zarar verenlere yönelik en sert yaptırımlar uygulamak zorunludur. Gerek dikkatsizlik sonucu orman yangınına sebep olanlar, gerekse kasıtlı olarak doğayı hedef alanlar, ibret verici cezalara çarptırılmalıdır. Çünkü doğaya karşı işlenen suçlar, sadece ekosistemimizi değil, milletimizin geleceğini de tehlikeye atmaktadır.