Milletin sırtından beslenen teröristler
Bir belediye başkanı, halka ait kaynakları terör örgütünün emrine veriyorsa, örgütün talimatları doğrultusunda hareket ediyorsa ve bu kişinin anayasanın amir hükümlerine göre görevinden el çektirilmesi vaki oluyorsa, benzer şekilde bir milletvekili de TBMM çatısı altında halkı temsil etmek yerine terör örgütüne bağlı bir çizgide hareket ettiğinde farklı bir muamele görmemesi gerekir, değil mi?
Çünkü buradaki ihanetin özünde makamın adı, sanı değil, o makamın kullanılma keyfiyeti vardır. Eğer bir milletvekili, belediye başkanından farklı olarak dokunulmazlık zırhına bürünerek aynı türden bir ilişkiyi sürdürüyorsa, bu aslında terörle mücadelenin ilkeselliğini aşındıran bir çifte standarda işaret eder.
Böylesi bir çifte standarda müdahale, milletvekili dokunulmazlığının demokratik süreçler açısından ne kadar kritik bir güvence olduğunu anlamamızı engeller mi? Hayır, aksine dokunulmazlıkların terörle iltisaklı eylemleri koruyan bir kalkan olarak kullanılması demokratik işleyişin temelindeki milli iradenin üzerinin gölgelenmesi demektir. Burada bir çelişki yaşanıyorsa, bu çelişkinin temelinde yatan nedenlerin üzerine gidilerek terör örgütüyle bağlantısı net olarak ortaya konan milletvekillerinin dokunulmazlık zırhından arındırılması gerekmektedir.
Ne yazık ki Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı sorunlardan birisi de terör örgütlerinin finansmanının kamu kaynakları üzerinden sağlanmasıdır. Halkın vergilerinden elde edilen gelirlerin bir kısmının çeşitli yollarla terör faaliyetlerine akıtılması, yapısal kusurlar nedeniyle kendi düşmanını elleriyle besleyip büyütmek mecburiyetinde kalan bir zavallılık çıkmazı oluşturmaktadır.
Türkiye’de herkes biliyor ki terör örgütüyle bağlantısı olan DEM milletvekilleri ve belediye başkanları, aldıkları maaşlar, kullandıkları resmi araçlar, devlet tarafından sağlanan diğer imkanlarla terörün lojistiğine dolaylı ve doğrudan katkıda bulunuyor. Bu tahsis edilen kaynaklar, bazen silah, mühimmat ya da eylemlerde kullanılan diğer materyaller halinde askere, polise, vatandaşa zarar veriyor. Halkın refahı için harcanması gereken bütçenin, devlete ve millete düşman olan yapılar tarafından kullanılmasına göz yumulması, adeta devletin kendi eliyle kendi güvenliğini tehdit etmesi anlamına geliyor.
Terörün finansmanının kamu kaynaklarından sağlanması, Türkiye’nin terörle mücadelesinin hızını ve azmini düşüren en büyük çelişkilerden birisidir. Bu çelişkinin çözümü, devletin yerel yönetimlerde sergilediği terörle mücadele hassasiyetini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sıralarına taşımasıyla giderilebilir. Bu yüzden, MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin “Gelişmeler karşısında ilk önerim, 57 DEM milletvekilinin maaşının ve bu terör yuvasına ödenecek Hazine yardımının derhal kesilerek terörle mücadeleye ve şehit ailelerine aktarılmasıdır. İkinci önerim, teröre yardım ve yataklık yapan, somut delillerle suçu sabit görülen sözde milletvekillerinin görüşülmeyi bekleyen dokunulmazlık dosyalarının karara bağlanarak bu haşaratların acilen mahkemeye çıkarılmasıdır. Üçüncü önerim, yeni anayasa sürecinde, Anayasa Mahkemesi statüsünün, üye yapısının, yargılama usullerinin radikal şekilde ele alınarak yeniden yapılandırılması ya da bu mahkemenin kapatılmasıdır. Dördüncü önerim de, TBMM Genel Kurulu’nda anlam ve ahlaki bağlayıcılığını temelden kaybeden kürsü dokunulmazlığı sınırlarının yeni baştan çizilmesidir” çağrısı, Türkiye’deki hukuk ve yönetim sistemini çifte standarttan kurtarma yolunda atılması gereken kararlı adımları işaret etmektedir. Eğer devlet, terörle mücadeledeki bu çelişkiyi gidermek istiyorsa, aynı hassasiyeti TBMM çatısı altında da göstermeli, millet iradesini terörün gölgesinden arındırmalıdır.
Sayın Devlet Bahçeli’nin açıklamalarının ardından DEM’in yayınladığı cevabın içinde bahsettiğimiz bu çelişkiyi var eden ilişkilerin deşifresi vardır. DEM Partisi anayasal düzene atıfta bulunup kendisini bir hukuk savunucusu gibi göstermeye çalışan cevabı ile, anayasanın temel ilkelerini hiçe sayarak terör örgütü PKK’nın siyasi uzantılığını üstlenen misyonunu göz ardı etmiştir.
Dahası, DEM Partisi'nin Anayasa Mahkemesi’ni savunma çabasına girişmesi, mahkemenin uzun bir süredir terör örgütü mensuplarının yüzünü güldüren “hak ihlali” kararlarının, HDP davasını sürüncemeye bırakan top çevirmelerinin hiç de tevekkeli olmadığını, bilakis, terörle mücadelenin baltalanmasına hizmet ettiğini bütün çıplaklığıyla meydana çıkarmıştır.
Terörle mücadelede ilkesel duruşun, yalnızca sahada değil, siyasetin her kademesinde ve hukukun tüm süreçlerinde kararlılıkla sürdürülmesi gereklidir. Bir yanda terörle mücadelenin gerektirdiği tedbirler varken diğer yanda yargı ve siyasi aktörler eliyle terör örgütlerine göz yumulması, adaleti ve güvenliği zedelemektedir.
Bu çelişkiler çözüme kavuşturulmadıkça, milletin sırtından beslenen terörist yapılar, gedikleri açık bırakılan sistemin zaaflarını kullanarak varlıklarını sürdürmeye devam edecektir. Terörle mücadele, ancak her alanda kararlı bir duruş sergilendiğinde ve çifte standartlara son verildiğinde başarıya ulaşacaktır.